Oyhan Hasan Bıldırki


Haber bülteni üyeliği



Ziyaret Bilgileri

[ Pzt, 20 May 2024 ]
Toplam 20 ziyaret
18 benzersiz ziyaretçi

oyhanhasanbildirki » "Edebiyatla Uğraşmak..."

YILMAZ: Ömrünüzü edebiyata vermiş birisi olarak, edebiyatın sizin hayatınıza ne gibi katkıları oldu?

BILDIRKİ: Ömrümü edebiyata verdiğim doğru. İlk yazılarımı ilkokul 4. sınıftayken yazmaya başladığımı hatırlıyorum. Bu yazılarda halk hikâyelerimizi örnek almış, onlara benzer hikâyeler yazmıştım. O gün bu gündür, hâlâ yazıyorum. Yazmak, kişiliğimin bir parçası. Yazmadığım zamanlar huzursuz oluyorum.

Edebiyattan katkı beklemek, benim işim değil. Bunu maddî katkı anlamında söyledim. Edebiyat aslında sizden bir şeyler alıp götürüyor. Ama edebiyatla uğraşmak, bir yerde zamana tuttuğum aynaya bakmak oldu benim için. Dünyaya farklı bir pencereden bakmaya başladım. Gökkuşağının renkliliğini gördüm. Yıldızları kıskanan güneşin her gün doğmaktan bıkmadığını izledim. Yazmanın, yaşamak demek olduğunu öğrendim.

Edebiyat, beni insanlaştırdı.

Birçok dostlarım var. Dünyanın birçok ülkesinden dostlarım var. Onlarla selamlaşmak bile güzel. Mevlâna'nın dediği gibi, "Hamdım, piştim, yandım!"    

 

YILMAZ: Taşrada edebiyatla uğraşmanın zorlukları nelerdir? Edebiyatın nabzını tutan büyük kentlerde olmak bir yazarın işini daha mı kolaylaştırıyor?

BILDIRKİ: Edebiyatla uğraşmak, gönüllü esarete soyunmak demektir bir bakıma. Sizin edebiyatçı olmayanlar gibi zamanınız bol değildir. Yazmadığınız zaman düşünürsünüz. Yazdığınız zamanlarda da güzelim anlarınızı bazılarına göre "boşuna" harcarsınız. Hele taşradaysanız, akıntıya kürek çeken kayıkçının durumuna düşersiniz. Dostlarınız ya da komşularınız sizin edebiyatla uğraştığınızı bilirler ama size yine de "bizim oğlan" diye bakmaya devam ederler. Edebiyat konusunda sizi ateşleyeceklerine, yeteneğinizi küçük darbelerle bilmeden köreltmeye devam ederler. Taşrada sizin edebiyatçı yanınız, hiçbir zaman öne çıkarılmaz. Üstelik "eşref saatleri"nizi çalanların sayısı da az değildir. Ama şunu da söylemeden geçmemeliyim. İlk romanım "Koçaklar"ı, taşrada olmama rağmen, İstanbul'da Kutluk Yayınları basmış, Türkiye!nin her yanında dağıtmıştı.

Edebiyat hareketleri, edebiyatçıyı öne çıkarır. Büyük kentlerde buna kolayca erişirsiniz. Bir dergide ya da gazetede yazanların halkasına katılırsınız. Değer kazanırsınız. Yazdıklarınızı gözü kapalı da olsa yayınlayacak yayıncılar bulursunuz.  Taşrada bu iş zor. Taşradan büyük kentte eserinizin basımı için çare iplerine sarıldığınızda, dokuz dereden olumsuz suların akıtıldığını görürsünüz. Oysa büyük kentteki ırmağa katılmak oldukça kolay. Yazdıkça akarsınız ve eserinizi tanıtma, dağıtma, satma gibi problemleriniz olmaz. Sebebi ne olursa olsun, büyük kentler herhangi bir yazarın okuyucuyla buluşmasını kolaylaştırıyor. İmkân denizinin kapıları ardına kadar açık tutuluyor.    

 

YILMAZ: Söke'nin bir sanat atmosferine bürünmesi konusunda yıllardır büyük emekler sarf ettiniz. Bugün gelinen noktada Söke sanatsal faaliyetlerde istenilen noktaya gelmiş midir? Bu konuda yaşanan sıkıntılar nelerdir?

BILDIRKİ: Öğretmen oluşum, bildiklerimi başkalarıyla da paylaşmam gerektiğini bana öğretti. "Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum." özdeyişi de beni kamçıladı. Öğrendiklerimi, öğretmeye soyundum. Edebiyat öğretmenliğimin yanında, "edebiyatçı" kimliğimle de içinde yaşadığım topluma ve ülkeme kılavuz olmaya çalıştım. Yakın dönem tarihimizde Söke'de göreve başlayan ilk edebiyatçı benim. Henüz Aydın Lisesi'nde okurken, Aydın'da çıkan gazetelerde "kültür ve sanat sayfası"  hazırlıyordum. Bu tavrı, gittiğim her yere götürdüm. Söke'ye gelir gelmez (1975), burada da aynı yola girdim. Kültür ve sanat sayfası deyip geçmeyin. Bu sayfalar, yayınlandıkları çevredeki yazar ve şairlere cesaret veriyor. İçinde yazma yeteneği olanlar, hiç değilse bile sizi ya da öteki yazanları kendilerine örnek alıyorlar. Yakılan meşale, sönmüyor. Okul dergileri başta olmak üzere "Beşparmak" ve "Sarızeybek" dergilerinin çıkışında liderlik yaptım. Ünlü yazarlardan ya da şairlerden hiçte geride kalmayacak olan "yerel yazarlar"dan çoğunun ilk eserinin basımında onları yüreklendirdim. Halil Güven, Mustafa Kemal Kocabıyıkoğlu, Güven Pamukçu, Suat Tutak, Aşır Tunca, Abdullah Ziya Kabak, Abdülkadir Güler ve Yaşar Çağbayır'a bir şekilde destek oldum. Geçmişinde edebiyat geleneği olan Söke'de, tutuşturulan kibritin sönmemesini sağladım.

Şimdi Söke'de birçok yetişkin ve genç yazar var. Söke Şairler ve Yazarlar Derneği var. Bu derneğin çıkardığı "Sarızeybek" dergisinin yanında, ünü çoktan Türkiye sınırlarının dışına da taşmış olan "Beşparmak" dergisi var. TV ve radyo istasyonları var. Edebiyatçıları destekleyen yerel gazete ve dergiler var. Ama bence bir şey hâlâ eksik.  Yayınevimiz yok. Aslında sayıları oldukça çok olan Sökeli yazarlar ve şairlerin yapacağı küçük katkılarla Söke'de bir yayınevi kurulabilir. Bu düşünce yazanların kafasında var fakat nedense uçlanmadı bir türlü.

Sıkıntının en büyüğü bu. Bunu aşabilsek, Türk edebiyatına Sökeli ustaları kazandırmak oldukça kolaylaşacak.

Çanakkale Destan Destan

 

YILMAZ: Çanakkale Destan Destan adlı eserinizden biraz bahsedebilir misiniz?

BILDIRKİ: İnsanın kendi eserinden bahsetmesi zor.

"Çanakkale Destan Destan", ?-"Koçaklar"ın genişletilmiş hâli ama ikinci baskısı değil, zenginleştirilip güncellenmiş şekli. Ocak 2008tarihinde okuyucusuyla buluştu.

Bana göre sanatçı, çağına ışık tutmalıdır. Eserlerinin aynasında millete dair bazı noktaları öne çıkarmalıdır. "Çanakkale Destan Destan"da ben, bunu yapmaya çalıştım. Çanakkale Savaşları, bir "ibret destanı"nın doğduğu yer. Sonradan kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti'nin baştan kazanıldığı yer. Yazıldıkça hâlâ eksiği olan "muhteşem kahramanlar"ın harman olduğu yer. Henüz ömürlerinin on beşinci baharında şehit olanların bahçesi. Türk'ün özeti.

İstedim ki bu özet, unutulmasın. Günümüz insanın ve gelecek kuşaklarımızın kulaklarına küpe diye takılsın. Araştırdım, harp tarihimizden doğru bilgilere ulaştım ve oturdum yazdım.

"Çanakkale Destan Destan", okuyucunun büyük ilgisini gördü. Şimdi elimde "ilaçlık" diye dostlarıma ancak verebileceğim sayıda kitap kaldı. Yani yeni baskılar için yeniden yola çıktı.

 

YILMAZ: Bu eserde Dede Korkut üslubunu tercih etmenizin özel bir nedeni var mı?

BILDIRKİ: Özel bir neden? Elbette özel bir neden var.

"Kitab-ı Dede Korkut", imrendiğim taç eserlerden ilki. Onda soğuk yüzlü savaşın bile "sıcak yüzü"nün aynalandığını gördüm. Onda, sımsıcak ve oldukça samimi bir anlatımın izlerini gördüm. Onda, her şeye rağmen devam eden sıradan hayat hikâyelerini gördüm. Ondan öğrendiklerimi, "Çanakkale Destan Destan"da uyguladım.

Yazdığım bir destan olacaksa, bu Dede Korkut üslubuyla yazılmalıydı. Buna inandım ve gerekeni işledim. Başardığımı sanıyorum.

 

YILMAZ: Eserinizin hem üslubu hem de Çanakkale Zaferi'ni ele alış şekli gerçekten de alışılmışın dışında yeni bir bakış açısı sunuyor. Üstelik yaşadığınız bölgeyi bu zaferin içine dahil etmesi de eserin bölge açısından kıymetini ortaya koyuyor. Bu açıdan eserinize gösterilen ilgiyi yeterli buluyor musunuz? Bu konuda ne gibi sıkıntılar var?

BILDIRKİ: Eserde anlattıklarımın tamamı gerçek. Ancak bazı olayları ya da kişileri, destan geleneğine uysun diye az da olsa süsledim. Birbiriyle kilitlenmiş on iki hikâyeyi, nehir roman ırmağına döktüm.

Edebiyat, bir yerde örnek alma ve örnekleme sanatıdır. Bunu becerdiğinizde, siz de şüphesiz başkalarına örnek olursunuz. Bu dediklerimin kopya etme ya da ?intihal?le ilgisi yok. Her ikisi de hırsızlıktır, bir yazarın emeğini yürütmek, kendi değirmeninde öğütmektir. Bu, kötü.

Her yazarın yaşadığı bölge, şöyle ya da bu şekilde, eserlerinin şurasında veya burasında satırlarının arasına sinmiştir. Ben de yaşadığım bölgeye borçlu olduğumu biliyorum. Onlara borcumu ödemek için, kitabımı Bağarası'ndan Çanakkale'ye gönderilenlerle başlattım. Kurtuluş Savaşı?mızı da unutmadım. Çanakkale'de ustalaşan, adlarını "gazilik defteri"ne yazdıranları, Türkiye'nin harcında yapı taşları olmaları için yeniden Bağarası'na döndürdüm. Kurtuluş Savaşı günlerindeki Söke'yi yazmayı düşünüyorum. Yazarsam, Çanakkale'den dönen gazileri de unutmayacağım.

Her şeyin bir başlangıcı ve sonucu vardır. Bu ikisi, bize en yakın olan coğrafya değil midir?

 

YILMAZ: Sizi tanıyanlar Bağarası doğumlu olduğunuzu biliyor. Söke'deki şair ve yazarlara baktığımızda Bağarası Talat Avcı gibi, Necati Çakıcı gibi şairleri de çıkarmış. Bağarası'nın öğrenci gençliğine baktığımızda özellikle şiire karşı ilgileri fazla.  Bunun sizce özel bir nedeni var mıdır?

BILDIRKİ: Bağarası, aslında bir "kapalı kutu". Ancak orada yaşanlara ve dinlemesini bilenlere ilham veren muhteşem bir ayna. El değmedik halk kültürünün hâlâ yaşadığı ve yaşatıldığı bir yer. "Dil Çerezleri" adlı eserimde o kültürden birçok örnekler var. Üstelik Bağarası?nda "kahveye çıkma" geleneği de var. Talat Avcı'yı ve Necati Çakıcı'yı ilkin kahvede tanıdığımı hatırlıyorum. Kahve, sohbet etmeye açık gönüllerin buluştuğu yerlerin başında gelir. Her ikisiyle de gittiğim kahvelerden birinin koyu çam gölgeleri ya da tentesinin altında uzun uzun edebiyattan konuştuğumuzu biliyorum. Üstelik onlar da öğretmen.

Onların da besbelli anlatacak, başkalarıyla da paylaşacak çok şeyleri vardı ve bunları kaleme döktüler. Her ikisi de, gerçekten iyi şair.

Bağarası, aslında bir "kapalı kutu" demiştim ya? İçinde yazma yeteneği olanlar, bu kapalı kutuyu açmak istediler öteden beri. Ve yazdılar? Öğrenciler de bu gruba dahil edilmesi gerekenlerden. Onlardan yıldızı parlayanları görüyor, izliyorum.

Sözün özü, birileri Bağarısı'nda edebiyat meşalesi yakmış, sonradan gelenler de onu söndürmemişler. Ustalarından gördükleri yolun yolcusu olmuşlar.

"Özel neden", kapalı kutuyu açmaya çalışmaktan başka bir şey olmasa gerek.   

 

YILMAZ: Şiirle ve edebiyatla ilgilenen gençlere bir izlek olması açısından önerileriniz var mı?

BILDIRKİ: Bol bol okumak ve içine doğanları olduğu gibi yazmak? Samimiyetin ipuçlarını yakalamak. Bir şeye inanmak. Neyi, niçin anlattıklarının farkında olmak.

Dediklerim açık değil sanki. Kendimi örnekleyip onları bilgilendirmeliyim. Anadilim Türkçe'min bayraktarlığını yapmak istiyorum. Bu dilin çok güçlü olduğunu biliyorum. Edebiyata en yakın dil, hele şiir dilinin en güzeli Türkçe'dir. İlkin bunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Yaşadığımız topraklardan aldığımız kare kare hayatları, eserlerimizde sözün gücünden yararlanıp resimlemeliyiz.

Ben, Bağarası'nda doğdum. Çocukluk ve ilk gençlik günlerimi orada geçirdim. Oradaki halk kültürüyle beslendim. Gökyüzünü seyrettim. Gördüklerimi sanat hayatım için ilkeleştirdim. "Güneş, yıldızları kıskanmasaydı her gün doğmazdı." gerçeğine ulaştım. Gökkuşağının altından bile umutla geçtim. Elde ettiğim sonucu söze döktüm: "Gökkuşağı yedi renk. Birini de sen yakala!" dedim.  Umudumu asla yitirmedim.

Hâlâ yazıyorum ve yazmaya devam edeceğim.

Yazmanın, yaşamak demek olduğunu biliyorum.

Bir yerde de sözlerimin tapusunu çıkarıyorum.

Bu dünyada ve milletimin aklında iz bırakmak istiyorum.

 

YILMAZ: Sayın Bıldırki göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı teşekkür ederiz..

BILDIRKİ: Ben de, bana penceremi aralama fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.

 

31 Mart 2008

Hikmet YILMAZ


Oyhan Hasan Bıldırki Hakkında Yazılanlara DönOyhan Hasan Bıldırki Hakkında Yazılanlar Dön


Bu sayfaya henüz yorum yazılmadı.





Editör Bilgileri

Oyhan Hasan Bıldırki

Emekli


Editöre Ulaşın

Oylama

Edebiyat, gerekli bir şey midir?

Evet

Hayır

Kararsızım

En Son Güncellenenler

ikinci-jeanpaul
freebsd
apiterapi
aramamotorlari
uyku
kazimkoyuncu
peyzaj

Uzerine.com Copyright © 2005 Uzerine.com
uzerine.com Ana Sayfa | Gizlilik Sözleşmesi | Üye Girişi