Oyhan Hasan Bıldırki


Haber bülteni üyeliği



Ziyaret Bilgileri

[ Per, 21 Kas 2024 ]
Toplam 36 ziyaret
34 benzersiz ziyaretçi

oyhanhasanbildirki » Tasavvuf ve Mevlânâ

 

mevlevi_4.gif

 

Mevlana müzesi

      "Bu canım var oldukça ben Kur'ana tutsağım
      Muhammed Mustafanın yolundaki toprağım 
      Benden başkaca bir söz nakledenler olursa 
      Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım"

      Mevlânâ


      Millet hayatını oluşturan, maziden istikbale doğru sürdüren kültürden başka nedir? Bundan dolayı, kültür kaynaklarımıza eğilmek, kültürümüzün yaratıcılarını tanımak, fikirlerini öğrenmek zorundayız.
      Böylece tek yanlı, yanlış anlayışları silerek gerçeğe ulaşacak, millî benliğimize döneceğiz. Bize göre asıl olan, güzel olan da budur.
      Günümüz insanı tedirgindir, bunalmıştır. İnsanımız, hayat kavgasında maddîleştirilmiş, ruh üstünlüğünü, iyi insan olma özelliğini kaybeder hale gelmiştir.
      O halde yapılacak iş nedir?
      Bizce, maddî ve manevî kültürü birlikte düşünmek, insanımıza şekilce olduğu kadar, ruhça biçim vermektir. Bunlar yapıldığı zaman insanımız mutlu olacak, makineleşmekten, sanayi toplumunun getirdiği monotonluktan kurtulacaktır. Kısaca insanımız, ahret için dünyayı, dünya için ahreti terk etmekten vazgeçecektir.

      MEVLÂNÂ KİMDİR

      Asıl adı Muhammed olan Mevlânâ, 1207 yılında Ho-rasan'ın Belh şehrinde doğmuştur. Babası "sultan'ül-ulemâ" diye anılan Bahâeddin Veled, annesi ise Mü'mine Hatun'dur. Horasan sofilerinden olan Bahâeddin Veled, devrinin hocası Fahreddin Râzî ile anlaşamayınca, önce Hicaz'a gider, sonra Anadolu Selçuklu Sultanı Sultan Alâaddin'in çağrısı üzerine Konya'ya gelir. Aile buraya yerleşir.
      Bütün dünyaca Mevlânâ Celâleddîn Rûmî diye anılan şair; babasından, Seyyid Burhaneddin Tirmizî'den aklî ve naklî bilgileri öğrenir. Sonra serbest duygulu, hür düşünceli bir derviş olan Şems-i Tebrîzî ile tanışır ve kendisini cezbe âlemine kaptırır. İlâhî hallere düşer.
      XIII. yy.'ın en büyük sôfi şairi olan Mevlânâ, aşk yolu ile Hakikat'e yani Allah'a varmak ister. Aşkın çetin yollarını aştıktan sonra, 17 Aralık 1273 yılında Konya'da ölür.

      Türk Tasavvufu'nun en büyük kurucusu olan şairin başlıca eserleri: Divân-ı Kebir, Mesnevî, Fîhi Mâfîh, Mektûbât ve Mecâlis-i Seb'a'dır.

      TASAVVUF NEDİR

      "Tasavvuf, İslâm dünyasında, sosyal hayatla geniş ölçüde birleşerek inanmış halk kütleleri arasında büyük alâka ve heyecan uyandıran bir iman, bir fikir ve irfân cereyânı ve bir aşk hâdisesidir." (1)
      "Tasavvuf, yalnız Allah'ın varlığı inancına dayanan bir sistemdir." (2)
      "Tasavvuf, insanın yaşattığı ve geliştirdiği ruh hayatıdır." (3)
      "Tasavvuf, Allah'ın seni senden giderip, kendisiyle diri kılmasıdır." (Cüneyd-i Bağdadî)
      "Tasavvuf, insanî vasıfların yok olduğu bir hâl'dir." (Ebû Ya'kub el Müzâyil)
      "Tasavvuf, isim değil, hakikat olan şeydir." (Ali bin Ahmed-el Bûşenci)
      "Tasavvuf, kalbi yalnız Allah'a bağlayıp mâsivâ'dan ilgiyi kesmektir." (İmam-ı Gazalî) (4)

      VAHDET-İ VÜCÛD

      Yukarıda bazı tanımlarını vermekle yetindiğimiz ta-savvuf sistemi, Vahdet-i Vücûd, yani varlığın birliği inancına dayanır. Asıl varlık Allah'tır. O'ndan gayrı olan her şey, birer hayâlden başka bir şey değildir. Allah'tan başka bütün varlıklar, Allah'ın gölgesidir. Zira bu inanca göre Allah, "adem"e (yokluk) baktı ve orada kendi aksini gördü. Güzelliğine hayran oldu ve kendi güzelliğinin bilinmesini diledi. "Kün" (Ol) dedikten sonra bütün varlıklar yaratılmış oldu. Yalnız bu varlıklardan insana, ilâhî ruh üflendi ve varlığı, iyiyi, güzeli görebilecek, sezebilecek üstün mahlûk yaratılmış oldu.
      "Dirilten de O'dur, öldüren de O. O, bir işin olmasını diledi mi, ona yalnız 'ol' der, o da oluverir." (5)
"O gün senin çalabın meleklere buyurmuştu: İşte Ben balçıktan, işlenmiş kara topraktan bir âdemoğlu yaratacağım. Öyleyse Ben onu düzenleyip de kendi ruhumdan üfürünce, onun için secde edeceksiniz." (6) 
      Mevlânâ Celâleddin bu olayı Mesnevî'sinde şöyle dile getirir:

      "Ol!" desin: Bin kuşku, bin gerçek olur;
      Bin hayâl: "Ol!" derse bin hikmet olur.

      "Ol!" desin: Bin kuşku, bin gerçek olur;
      "Ol!" desin: Nefretten aşk eyler zuhur.
      (Mesnevî, 553 ve 554. beyitler)

      Varlık, güzellik ve iyilik Allah'ın vasıflarıdır. Allah, sık sık ululanmasını ve övülmesini ister. "Övülmek yalnız Allah'a yaraşır. O Allah ki bütün varlıkların çalabıdır." (7) Bu sebeple kendi varlığının bilinmesini diler. Bir şeyin farkına varabilmek için zıd hâdiseler lâzımdır. Nasıl hasta olmayan kişi, sağlığın kıymetini bilmezse, varlık, güzellik ve iyilikle yoğrulmuş kişi de, bu vasıfların değerini anlayamaz.
      O halde Allah'ın sayılan vasıflarına karşılık, geçici birer hayâl olan hiçlik, çirkinlik ve kötülük gibi vasıflar insana verilmiştir. İnsan, bunları yaşadıktan sonradır ki, tek varlığa, büyük hakikate, Allah'a varabilecektir. Zaten insanın mayasındaki ilâhî nur, onu buna zorlayacaktır.
      Bunu anlayan Mevlânâ, Mesnevî'sinde yer yer, şöyle seslenir:

      Bir asıldan aktılar çağdan çağa,
      Dön bu çift ummandan, er ilk kaynağa.

      Bellidir âyarda kalp altınla has,
      Bir mihenk olmazsa insan anlamaz.
      (Mesnevî, 301 ve 302. beyitler)

      Önce: Yüz elmayla say yüz ayvayı,
      Sonra: Sık birlikte, kalmaz yüz sayı.

      Sayma yok mânâda; yahud bölme yok,
      Yok ayırdetmek ve birleştirme yok.

      Hoş olur dostuyla dostun vahdeti,
      Sen de koş mânâya, terket sûreti.

      Mahvedersen, bil ki serkeş sûreti,
      Mutlaka buldun demektir vahdeti.

      Gösterir her kalbe Hak hem kendini,
      Hem bırakmaz hırkasız dervişini.
      (Mesnevî, 688, 689, 690, 691 ve 693. beyitler) 

      Mevlânâ, ikilikten kurtulmak ve vahdete ermek için bir mihenk lâzımdır, der. Şüphesiz bu mihenk, insanı kuşatan zıtlıklardır. Ancak bu zıdlıklar aşıldıkça, insana Allah, kendini gösterecek, yani insan vahdete erecektir.
      Fakat ten ve nefis buna engel olacaktır. Çünkü hem ten, hem nefis insanı mâsivâ endişesine düşürür.

      TEN, NEFS VE CAN

      Ten ve can'ın yaratılışını yine Kur'an'dan izleyelim: "Her yarattığını güzel yaratan, âdemoğlunu yaratmaya balçıkla başlayan O'dur... Sonra onu düzene koydu, ona kendi ruhundan üfürdü. Sizin için kulaklar, gözler, gönüller de yarattı. Yine de pek az şükrediyorsunuz."(8)
      Kur'an'a göre: Ten, balçıktan yapılmış olan bedendir. Ruh ise, Allah'ın kendi ruhundan üfürdüğü ilâhî ruh'tur. Nasıl ki, olgunlaşan meyve ağacın dibine düşerse, bu onun için nihaî son ise, "ten"in arzusu toprağa, "can"ın arzusu ise, Allah'a dönmektir.
      Mevlânâ'ya göre:

      Ten tuzaktır, rûhumuz: Av. Böylece,
      Rûhu, Rabbim kurtarsın her gece. (395)

      Gece ruhlar, ten tuzağından ayrılır, az da olsa vahdete erişir. Fakat:

      Her sabah derken ışıklar: "Merhaba!"
      Çırpınır arz adlı altun akbaba.

      Emreder Rab her sabah candan öte,
      Rûh akar can âleminden sûrete.

      Rûha, ten isminde gömlek giydirir.
      Cisme, rûh isminde bir yük bindirir.

      Uykulardan sonra rûh dönsün diye,
      Rûhu, Allah iple bağlar gövdeye.

      Rûhu, ip durmaz çeker tenden yana,
      Dönsün otlaktan deyip ev, barkına.
      (Mesnevî, 405'ten 410. beyitlere kadar)

      Görüldüğü gibi can, gece gündüz Canân'ı, Allah'ı arzular. Ten ise, onu durmadan kendine çeker. Şaire ve tasavvuf ehline göre yapılacak iş, ten tuzağını kırmak ve Canân'a kavuşmaktır. Halbuki, insan ömrü boyunca, "can"ın bu arzusuna engel olmak için nefs, tene yardım eder. Nefs ve ten, dünya yaşayışından zevk alır, insanı kararsızlıklara sevk eder. Nefs, ne kadar doyurulsa, bir o kadarını daha ister. 
      Çünkü:

      Çırpınırken tende can: "Cânân!" diye,
      Verdi mal, Şah: Oldu sâhip Gözdeye. (40)

      Yem konulmuş bin çukur açmış ağız,
      Yem arar aç gözlü gaafil kuşlarız.

      Cümlemiz olsak da ankâ adlı kuş,
      Yok tuzaklardan bizimçin kurtuluş.

      Ey tuzaktan kurtaran Allahımız!
      Yükselir her bir tuzaktan âhımız!
      (Mesnevî, 380, 381 ve 382. beyitler)

      Nefs puttur: Eyle dikkat nefsine!
      Kır! O puttan doğmasın bir put yine... (778)

      Hep "hevâ" hep "nefs"dir güz mevsimi,
      "Cân" ve "akl" elbet, bahârın her demi. (2093)

      Yukarıdaki beyitlerden anlaşıldığı gibi, ancak nefs putu kırılır ve can ile akıl birbirine yardım ederse, insan; ilâhî rûha kavuşabilir. Bunun için de, aşk'a ve âşık'a ihtiyaç vardır.

      AŞK, ÂŞIK, AKIL

      Can'ı Allaha vardıran, Allah aşkıdır. Çünkü:

      Aşk, öbür her hastalıktan ayrıdır,
      Aşk, ilâhî sırrın usturlâbıdır. (117)

      Aşkı anlatmak için bin söz desem,
      Lâl olur dil görse bir âşık o dem. (113)

      Aşkı tefsîr et desek: âciz beşer,
      Aşkı tefsîr etse ancak aşk eder. (116)

      O halde aşktan murat, ilâhî aşktır. Yani gerçek aşktır. Zira:

      Gerçek aşk gözlerdedir, canlardadır,
      Goncalardan tâze, dâim şen, şatır.

      Aşkın ölmez; sev ölümsüz kimseyi!
      Can sunar, can doldurup peymâneyi!

      Aşkı bir kuvvet onun gelmez sonu;
      Sevdi peygamber dahi: Sen sev O'nu!

      Rabbe çıkman izni yoktur sanma hem,
      Mâdem olmuştur Kerîm; eyler kerem.
      (Mesnevî, 219, 220, 221 ve 222. beyitler)

      Yoksa gerçek olmayan (mecazî aşk) aşk, insanın çilesini artırarak, canın asl'a dönmesini engeller. Bu sebeple Mevlânâ mecazî aşkı (geçici) şöyle yermektedir:

      Dış güzellik aşkı hiç gerçek değil,
      Gün gelip insanı pek eyler zelil! (206)

      Ona göre insan, aşkın halleri ile yoğrulmalı, ilâhî rûha âşık olmalıdır. Ancak bu sayede kişi, vuslat zevkine erecek, asl'a dönecektir.

      Kasdedip cânân, ölür âşık ne gün,
      Tam o gün âşıkda kalmaz gam, hüzün. (230)

      Akılla Allah sezilir, fakat kavranamaz. Akıl ancak sezgi aracıdır. Bu konuda şair şöyle der:

      Kaybedersin aklı, ey us sahibi!
      Aklı yitmiş baş, olur kuyruk gibi!

      Hak'ka ermek olmaz âsla akl işi,
      Aczi bilmiştir de ermiştir kişi
      (Mesnevî,954 ve 540. beyitler)

      Halbuki aşk öyle mi ya? Aşk, bilinmez olan, sır olanı bildirir:

      Anlatır aşk en bilinmez nesneyi;
      Ayna hiç gizler mi aksetmiş şeyi? (33)

      Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi; ten, nefs ve akla uymamak zorundayız. Bunları yapabildiğimiz zaman, mâsivâ'dan uzaklaşır, bilinmezin zevkine varırız.

      Kurtarırsan pas ve isten aynanı,
      Parlatır nûruyla aynan her yanı. (35)

      OLUŞ VE YOK OLUŞ

      Tasavvufa göre dokuz gökten geçen rûh, önce dört tabiate girdi. Bunlar sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluktur. Sonra dört unsura geçti: Ateş, hava, su ve toprak (İniş Kavsi). Daha sonra rûh, sırasıyla madene, nebata, hayvana ve insana geçti. Böylece rûh, tekrar Tanrı'ya yükseliş kavsine canlı olarak girdi ve bir vücuda büründü.
      Bu yüzdendir ki, rûh, tekrar asl'a dönmek, vuslata ermek ister. Bu konuda Mevlânâ şöyle der:

      Bir asıldan aktılar çağdan çağa,
      Dön bu çift ummandan, er ilk kaynağa. (301)

      "Toprakdın, gönül oldun; bilgisizdin uslandın. Seni böyle çekip getiren, yine çekip oraya götürüyor." (Divân-ı Kebir)

      İNSAN VE DÜNYA

      Öteden beri insan, mâsivâ'ya, dünyaya düşkündür. Dünya zevklerini vuslat zevkinden, Bekaa bi'llâh'tan üstün görür. Dünyaya tutkunluk ise, can'ın asl'a dönüşünü geciktirir. Çünkü dünya hayâlden ibarettir. Hayâlle uğraşan insan, sonunda yaya kalır, varmak istediği hedefle arası açılır.
      Mevlânâ'ya göre:

      Bön bir insan, tutmak ister gölgeyi,
      Fırlar ardından koşar iyden iyi.

      Hiç düşünmez: Gölge bir kuş gölgesi
      Geçmez aklından, nenin bilmez nesi?

      Gölge ölsün der: Atar ok durmadan;
      Ok bitip, bomboş kalır okluk o an.

      Ok bitip, bomboş kalır ömr okluğu,
      Şahsa, hülyâ taddırır son yokluğu.

      Öncü olsun bir kez Allah gölgesi,
      Kurtarır sonsuz hayâlden herkesi.

      Gölgesiymiş Rabbinin gerçekte kul;
      Kul ölüp Rabbiyle sağdır ey oğul!
      (Mesnevî, 426'dan 431. beyitlere kadar)

      Hayâl olan veya yalan dünya diye bilinen dünyadan, mâsivâ dertlerinden kurtulmak için, hiyle ve kıskançlığı, hasedi bir tarafa kaldırıp atmak gerekecektir. Ancak o zaman insan mutlu olabilir.

      Her kimin olmaz haset yol engeli:
      Mutlu insandır o insan, bilmeli! (439)

      Mevlânâ engin bir pınardır. O pınardan içen aydınlanacaktır. Çağları örten karanlıkların bilgisine erebilecektir. Mevlânâ, önce çalışmak, sonra tevekkül çağrısını getiren, Kur'an'ı yer yer konuşan bir sestir.

      Gel tevekkül et çalışmak üzre hep;
      Önce tohm ek, sonra kıl hak'dan talep! (956)

      Mesnevî'yi günümüz Türkçe'sine kazandıran Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu'na teşekkürü bir borç biliriz. (9)

      Oyhan Hasan BILDIRKİ

      (1) N. Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 115
      (2) A.g.e. s. 115
      (3) Mehmet Ulaş, Tasavvuf Üzerine, Hareket, Sayı: 80
      (4) Y. N. Öztürk, Tasavvuf III., Hareket, Sayı: 79
      (5) Kur'an'ı Kerim, Mü'min Sûresi, 68. âyet.
      (6) Hicr Sûresi, 28 / 29. âyetler.
      (7) Fatiha Sûresi, 1. âyet.
      (8) Secde Sûresi, 7 / 9. âyetler.
      (9) Mesnevî / Mevlânâ, A. Ö. Hacıtahiroğlu, Ötüken Yayınları.

      Tasavvuf ve Mevlânâ, Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı: 338 s. 6 - 8 / Aralık 2001

 

sema2.jpg


Oyhan Hasan Bıldırki Makalelerine DönOyhan Hasan Bıldırki Makalelerine Dön


Bu sayfaya henüz yorum yazılmadı.





Editör Bilgileri

Oyhan Hasan Bıldırki

Emekli


Editöre Ulaşın

Oylama

Edebiyat, gerekli bir şey midir?

Evet

Hayır

Kararsızım

En Son Güncellenenler

ikinci-jeanpaul
freebsd
apiterapi
aramamotorlari
uyku
kazimkoyuncu
peyzaj

Uzerine.com Copyright © 2005 Uzerine.com
uzerine.com Ana Sayfa | Gizlilik Sözleşmesi | Üye Girişi