Oyhan Hasan Bıldırki


Haber bülteni üyeliği



Ziyaret Bilgileri

[ Per, 21 Kas 2024 ]
Toplam 47 ziyaret
45 benzersiz ziyaretçi

oyhanhasanbildirki » Yahya Çavuş Mangaları

      Han'ım hey! El adama aman vermez. Hele bu, Frenk köpeği, İngiliz domuzu olursa, olmaz olsun daha iyi. Azgın kâfir, ne dur bilir, ne durak. Ne halden anlar, ne dil bilir. Bir yol tutturmuştur, o yolda ayak direr, kör olası inadını sürdürür gider. Demem odur ki, kuduz köpekle yoldaşlık olmaz. Frenk köpekleri ve İngiliz domuzları işte bu cinstendir. Çanakkale'nin geçilmez olduğunu anlamalarına rağmen inatlarından vazgeçmediler. Yeni yollar aramaya koyuldular. Bu iş için görevlendirilmiş olan, kara dinli kâfir generali Hamilton nam kâfir, Mondros Limanı'na çıkıp geldi. Adamlarını toplayıp konuşup görüştü. Kuvvetlerini güçlendirdi. Besbelli ki, 18 Mart'ta kırılan gururlarını onarmak dileğindeydi.
      General Hamilton, yerinden kalkıp, karşı yatan kara dağlara uzun uzun baktı. Yaya askerlerinin başı olan General Hunter nam kâfiri diledi. Çağırdılar, General Hunter geldi. Selam verdi, gösterilen yere oturdu. İki general baş başa verip, Gelibolu Yarımadası haritalarını incelediler. Birtakım yerleri işaretlediler.
      General Hamilton söylemiş Han'ım, görelim ne demiş:
      - "İngiliz ırkının güvencesi Hunter. Hünerini biliriz ve dahi seni takdir ederiz. Bütün ikmallerimiz tamamlanmıştır. Takviye kuvvetlerimiz de geliyor. Türk'ü öldürmek, Rus yoldaşlarımıza yardım götürmek gerek. Yarımadaya yapılacak çıkarmalara hazırlıklı olmanı dilerim."
      General Hunter söyledi:
      - "Hazırlıklarımız tamamdır. Gönlünüz ferah ola. Bizden ve dahi görevimizden yana kaygılı olmayasınız."
      Öyle ya Han'ım, elbet kara gün kararıp kalmaz. Tanrı'mın dahi "Kılıcımdır" deyip övdüğü , bütün milletlere, adı güzel Muhammed'in ağzıyla, "Türk''ün dilini öğreniniz" dediği, benim milletimi için kara gün olmamalı. Osmanoğlu güçlü, kuvvetli ola ki, kocamış dünyanın, azgın dünyanın düzeni bozulmaya. İslâm'ın bayrağı dalgalana. Hilaller bütün dünyayı kaplaya. Her köşe bucağa, karşı yatan şu gölgelice kara dağlara, yemyeşil düz ovalara, cümle varlıklara, kurda kuşa dirlik gele, düzenlik, esenlik gele. Kara koç atlar esen olup tay taylaya. Akça koyunlar esen olup kuzulaya. Kara sığırlar esen olup nice nice boğalar doğura. Koç yiğitlerin, koçak erlerin sevip kıyamadığı, doyunca öpüp okşayamadığı, koşa badem ağızlı, ince belli, sırma saçlı analar, gelinler, körpe kızlar ve dahi nice bacılar esen olup alp erenler, gazi dervişler dünyaya getire. Bozkurtlar darda kalana kılavuzluk ede, yol göstere. Osmanoğlu Kızılelma'ya vara. Dirlik için, düzenlik için, bu canım topraklar için, kılıçlar kında durmaya. Nice nice alp erenler, gazi dervişler, koç yiğitler, koçaklar toplanıp, düğün bayram edi. Bu topraklar, erenler yurdu, kara dinli kâfire mezar ola.
      Nisan ayı baştan başa, her iki taraf için bekleme, yeni durum ve şartlara uymak için hazırlık yapma devresi oldu. Gelibolu Yarımadası'nda siperler kazıldı. Alaman mareşali Liman Von Sanders Paşa ordularımızın komutasını aldı. Kara dinli kâfir denizatlıları Boğaz'ı zorlayıp Marmara'ya çıkmak istedilerse de, şol deniz altılardan biri Kepez'de karaya oturdu, biri esir alındı, bir dahi Şarköy önlerinde batırılıp şaf dışı edildiler.
      Nisan ayının son günleri gelip çatmıştı. Bütün tabyalarımızdaki gazi dervişler, alp erenler eli tetikte bekliyorlardı. Mehmet oğlu Yahya Çavuş kalkıp yerinden doğruldu. Kara Veli'yi diledi. Varıp aradılar. Koca Veli'yi bulup, Yahya Çavuş'un emrini bildirdiler. Koca Veli mırın kırın etmedi, koştu geldi.
      Yahya Çavuş aydur:
      - "Bre karındaşım, kardaşım Koca Veli! Görüp bilmez misin neler oldu? Hangi cehenneme gittin ki ortalıkta görenmezsin?"
      Koca Veli ayıttı:
      - "Bre bilip bilmez ne söylenirsin? Varsa dileğin, nedir söyle? Olan nedir? Niçin kıyamet koparırsın?"
      Aldı sözü Yahya Çavuş, görelim ne söyledi:
      - "Düşman gelip kapımıza dayanmış
      Kardaş Koca Veli ortalıkta görünmez
      Karşı yatan kara dağlar puslanmış
      Kardaş Koca Veli nerdedir bilinmez.
      Düşman kudurmuş, yiğitler üryan kalmış
      Koçaklar gece demez, gündüz demez siper kazmış
      Bize kılavuz gerektir, aranır olmuş
      Kardaş Koca Veli ortalıkta görünmez."


      Koca veli bu, kendisine atılan taşın altında kalacak değil ya? Almış sözü, o dahi uzatmamış, ozan diliyle söylemiş:
      - "Düşman gelsin kapımıza dayansın
      Bir Koca Veli çok gelir onlara
      Karşı yatan kara dağlar puslansın
      Bir Koca Veli tez yeter onlara
      Düşman kudursun, koçaklar üryan kalmaz
      Dur bilmez Koca Veli yeter onlara
      Bizden iyi kılavuz bulunmaz
      Haydi der, Koca Veli düşüp yollara."


      Yahya Çavuş sevindi, güldü. Koca Veli'ye sataşmak, onu taşlamak Yahya Çavuş için, bu cehennem yerinde tek eğlence idi. Yahya Çavuş ne kadar sözünü tartıp ölçer, öyle söylerse, Koca Veli dahi aynısını eylerdi. Bunca savaş görmüş, nice nice kara dinli kâfir kellesi kafası doğramış bu iki yiğit, birbirlerinin sözlerinden hoşlanırlar, barış zamanlarında veya kavgasız geçen günlerde atışır, taşlaşırlardı. Mangalarının güvencesi idiler. Yahya Çavuş iki at diledi. Yardımcıları varıp getirdiler. Kara koç atlar, yerinde duramaz oldu. Süvarilerini sırtlarına alıp şahlanmak ve dahi uçmak diliyor gibi bir halleri vardı. İki koçak atlanıp, at sürdüler. Gün neredeyse kararmak üzereydi. Yine gün devrilecek, karşı yatan kara dağlar, aşağılarda uzanan zümrüt yeşili ovalar koyu karanlık altında yatıp kalacaktı. Koca Veli konuşmak diledi, sordu:
      - "Hayrola Yahya Çavuş? Nedir bizden gizlediğin? Öğrenmek istediğin?"
      Yahya Çavuş, kara koç atını yavaşlattı, söyledi:
      - "Bir gizlimiz, kapaklımız yoktur, belli bil. Gün tekin değil. Düşman tekin değil, bilmiş ol. Bu sessizlik yaman bir sessizliktir. Isıracak köpek dişini göstermez, der atalarımız. Şol kara dinli azgın kâfirin hali budur. Ne işlerle uğraşır, varıp öğrenmek dileriz."
      Uzun zaman Seddülbahir sırtlarında at koşturup, Ertuğrul koyu açıklarında durdular. Ege'de hemen bine yakın türlü bayraklı nice kâfir gemisi görüp işi anladılar.
      Han'ım hey! Kara dinli kâfir boş mu durur? Onlar dahi büyük bir hazırlık içindeler. İngilizlerden Unwin nam kâfir adamlarına birtakım emirler veriyor, bir gemiden diğerine geçip yapılan işleri gözden geçiriyordu. Besbelli ki yarın, büyük ve kanlı bir gün olacaktı. Varıp tez yetişip, tabyadakilere haber vermek gerekirdi. Kara dinli azgın kâfir, alp erenlerimizi, kara koçaklarımızı gafil avlamasın.
      Yahya Çavuş ayıttı:
      - "Koca Veli, Koca Veli! Gördün mü neler oluyor? Kara dinli kâfir boş oturmaz. Kara dinli kâfir tekin değildir diye karavana atmamışız. Gönlümüze doğan işin gerçeğini işte bak, görmüşüz. Bilesin. Yollarımız burada ayrılacak. Ben tabyaya dönüyorum. Gazilerimize bu haberi iletmem gerek. Sen burada kalacaksın. Düşmanı gözleyebildiğin kadar var gözle. Sakın gaflete düşüp uyuyup kalayım deme. Yarın sağ kalırsam, bil ki sana can tatlısının ne demek olduğunu öğretirim. Kalın kafanı doğram doğram ederim."
      Koca Veli bıyık altından gülüp söylemiş:
      - "At martini bre Debreli Hasan, dağlar inlesin!"
      Güneş karşı yatan kara dağların ardında kayboldu. Yahya Çavuş tabyaya geri döndü. Koca Veli, atını emin bir yere bağladı. Vardı bir koca ağacın dibine oturdu. Baktı, gördü. Dünkü talimde dağıtılan tütünden bir miktarı duruyordu. Tuttu bir tütün sarıp yaktı. Uzun uzun dumanını ciğerlerine çekti. Düşündü. Yarın yaman ve kanlı bir gün olacak. Nice gaziler, alp erenler, koç yiğitler, kara koçaklar şehitlik şerbetini içip Tanrı katına varacaklar. Adı güzel Muhammed'imizle buluşup koklaşacaklar. Cennet bahçelerinde nice nice güller derecekler. Herkes onları saygı ve rahmetle anacak.
      O gazilere, şehitlik gömleği giyenlere ne mutlu! Ya bizim şu miskin canımız ne olacaktır? Tanrı'm bize de o kutlu günü gösterecek mi? Ellerin açıp duaya vardı:
      - "Yerin göğün yaratıcısı ulu Tanrı'm, gönlümüzden geçenleri bir bir bilirsin. Bizler birer murat eriyiz. Şu miskin kulunu, Koca Veli diye bilinen erini de şehitlik mertebesine ulaştır. Kutsal vatanımızın düşman çarıkları altında çiğnenmesine izin verme Tanrı'm. Ak saçlı analarımız ağlamasın. Koşa badem ağızlılarımız, elma yanaklılarımız, gelinlerimiz, kızlarımız ve dahi bacılarımız saçını başını yolmasın. Yarınki günde öksüz kalacak koçaklarımız, yavru balabanlarımız ömür boyu tutsak olmasın. Amin!"
      Cıvıl cıvıl eden tatlı bir ses duydu. Kalktı, yerinden Doğruldu. Biraz ötedeki çalılığa doğru yürüdü. Kulak verip dinledi. Hayret etti. Bu cehennem yerinde, şu bülbülün işi neydi? Düşünüp anladı. Biliyor, duyuyordu ki şu garip bülbül bile "Vatan, vatan!" diye öter. Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah vatanım demiş! Koca Veli için de vatan, her şeyin, her duygunun üstünde gelirdi. Şu ağzın dünyadan, kudurmuş dünyadan bir Koca Veli vatan için ayrılmış, kuşça canı uçmuş, çok mudur? Oracıkta dilinin ucuna gelen türküyü mırıldanmaya başladı:


      "Çanakkale içinde vurdular beni
      Ölmeden mezara koydular beni
      Of! Gençliğim eyvah.
      Çanakkale içinde aynalı çarşı
      Anne ben gidiyom düşmana karşı
      Of! Gençliğim eyvah.
      Çanakkale içinde bir dolu testi
      Anneler, babalar ümidi kesti
      Of! Gençliğim eyvah.
      Çanakkale içinde bir uzun servi
      Kimimiz nişanlı, kimimiz evli
      Of! Gençliğim eyvah.
      Çanakkale üstünü duman bürüdü
      On üçüncü fırka harbe yürüdü
      Of! Gençliğim eyvah."
 
      Koca Veli sustu, bülbül ayıttı. Baktı, gördü ki şu garip bülbül dahi söylediği ağıta katılmış. Koca Veli sevindi. Gözünden akan yaşları kuruladı. Öyle ya, Han'ım, Koca Veli gibi bir alp erene oturup karılar gibi ağlamak yaraşır mıydı? Yahya Çavuş'un dediklerini andı, görevinin başına çekildi.
      Hey ağalar, kardeş, koçlar, koçaklar!
      Vakit erişti, tan ağardı.
      Kötü dünyanın üstüne henüz gün doğmadı.
      Dost uyudu, düşman uyumadı.
      Karşı yatan kara dağlar ağardı.
      Kanlı kâfir üstüne henüz gün doğmadı.


      Ala şafakta Koca Veli kalktı, yerinden doğruldu. "Bismillah" deyip Ege'yi gözledi. Koca Veli ne görsün Han'ım, kara dinli kâfir gemileri üstüne üstüne gelir. Koca Veli gülle olup ateş kusmak, mermi olup kâfirleri yakmak istedi. Kara sığırcık alayı gibi düşman askerlerinin gemilere dolduğunu gördü. Bir kömür gemisine iki bini aşkın kara dinli kâfir binmiş, "Albion" harp gemisinin peşini takip edip, Ertuğrul Koyu'na doğru yol alıyor.
      Henüz, kötü dünyanın üstüne güneş doğmamıştı. Koca Veli, kara koç atına baktı. Kara koç atı sanki olanın bitenin farkındaymış gibi kişniyor, yedi kat yeri ve dahi yedi kat göğü inim inim inletiyordu. Koca Veli, kara koç atını yatıştırmak istedi. Vardı kara koç atının sırtını okşadı, gözlerini öptü. Tam bu sırada müthiş bir patlamadır duydu. Geri dönüp baktı. Kara dinli kâfir gemisi "Albion" alaca karanlıkta Ertuğrul Koyu'nu bombalar. Bombardıman tam bir saat sürdü. Tan yeri ağardı, gün doğdu. Ortalık ışıdı. Karşı yatan kara dağlar görünür oldu. Türk tabyalarını dolduran Osmanoğulları, sultan kulları, alp erenler, bombardıman öncesi geri çekilmişlerdi. Hepsinin gözlerinde mutluluk okunuyordu. Şamar oğlanına dönen kara dinli demek ki, henüz akıllanmamıştı. Daha nice Türk köteği yemek istiyordu.
      Karşı yakadan cevap alamayan kara dinli kâfirler şaşırdılar. Sandılar, siperlerindeki Türkler gafil avlanmış, son erine kadar öldürülmüşlerdir. Artık azgın kâfir için korkulacak sebep yoktu. Ertuğrul Koyu yangın yerine dönmüş, Türkler cevap veremeyecek hale gelmişti.
      Kara kömür gemisi hareket emrini aldı, ileri atıldı. Ertuğrul Koyu?na baştankara etti. Dubalar kuruldu. Kara dinli kâfir yiğitleri birbirlerini övdüler. "Hurra" diye nara vurdular. Açılan gemi kapılarından dubalara doluştular. Hepsi de bir an önce, kimsesiz sahile çıkmak ve ilk fatihlerden olmayı diledi. Dubalarda adım atacak yer kalmadı. Koca Veli baktı gördü. "Vakit tamamdır." dedi. Tabyadaki gazilere bekledikleri işareti verdi. Sürüne sürüne tekrar siperlerine dönen Türk yiğitleri, kervan kıran, ordular bozan alp erenler, kara dinli kâfire amansız bir ateş baskını verdiler. Kara dinli kâfir neye uğradığını şaşırdı. Ah, vah ettiyse dahi, gördüler ki iş işten geçmiş, atı alan köprüyü aşmıştı. Onlar için geri dönüş yoktu. Yeri göğü inleten kara dinli kâfir yiğitlerinden, o iki bin candan pek azı kurtulup sahile çıkabildi. Bir kum tümseğini kendilerine siper edip, kuşça canlarını anca kurtarabildiler.
      Samson nam kâfir uçağını diledi. Havalandı. Gördüğü manzara çok müthişti. Karargâhına bir mesaj iletti:
      - "Ben Samson. Şu sırada Ertuğrul Koyu üzerinde uçmaktayım. Hava çok güzel, uçuşa elverişli. Ne var ki aşağıda gördüğüm manzara çok müthiş. Ertuğrul Koyu kıpkızıl kan içinde. Artık dayanamayacağım."
      General Hamilton'un güvencesi, yaya askerlerinin başı olan General Hunter, hiçbir şeyden habersiz, "Euryalus" zırhlısında oturuyor, sahilden beklediği işareti alamıyordu. Hınçla yumruğunu küpeşteye indirip kaldırıyor, yiğitlerinin beceriksizliğinden yakınıyordu. General Napier nam kâfiri diledi. Çağırdılar, Napier duydu geldi.
      Hunter hınç içinde demiş, bakalım görelim ne demiş:
      - "Bu ne iştir, general? Bunca cana ne oldu? Niçin karaya ayak basmazlar? Var git, çıkarma birliklerinin başına geç. Sizden tez netice bekliyorum."
      Napier, aldığı emri yerine getirmek için, taşra çıktı, bir bota atladı. Dubalara yaklaşınca aydur:
      - "Bre ne durursunuz şahbazlarım, yiğitlerim? Hücum!" dedi.
      Baktı, gördü. Kendi sesine, kendi sesinin yankılandığını duydu, ürperdi. İyice dubalara yaklaştı. Ne görsün Han'ım? Onca canın bir teki sağ kalmamış.
      Dubalara yığmaca bindiklerinden birbirlerine destek olup, hiçbiri dahi yere yıkılmamış. General Napier can evinden vuruldu. Hıncını kusmak diledi. Botunu sahile çevirdi. Gemidekiler bağırdılar:
      - "Gitme general!"
      Napier ayıttı:
      - "Gitmem gerekiyor. Bize ölüm yazıldıysa, kaza oku nerde olsa, arar bulur bizi. Ölüm kutsaldır."
      Sahile ayak basar basmaz, alp erenlerden adsız bir koçağın mermisine hedef olup, kuşça canını oracıkta teslim etti. Napier'in ölümü bir bozgun havası yarattı. Gazi dervişlerin "Allah, Allah!" naraları yeri göğü inletti. Kara dinli kâfir çıkarmayı durdurdu. "Albion" daha yakına gelip, Ertuğrul'u bombalamaya başladı.
      Sorma Han'ım, ne oldu? Nice nice ordular dağıtan, sultan kulu, yiğitler yiğidi, kara koç Koca Veli de yüreğinden vuruldu. Ayakta duracak gücü kalmadı, yere yıkıldı. Eli yüzü, her tarafı kan içinde kalmıştı. Sürüne sürüne, nice can acısı duyarak kara koç atının yanına vardı. Belinden kırmızı şal kuşağını çıkarıp, yerinden doğrulmayı diledi.
      - "Bana yardım et Tanrı'm! Sen, olmazı olduransın. Güçsüze güç verensin. Bizi dahi güçlendir. Ölüm haberimizi Yahya Çavuş'umuza duyuralım." diye, görklü Tanrı'ma el açtı, yere yüz sürdü.
      Karşı yatan kara dağların, aşağılarda uzanan zümrüt ovaların yaratıcısı görklü Tanrı'm, Koca Veli'nin dileğini kabul etti. Koca Veli, sanki hiçbir şey olmamış, öldürücü bir yara almamış gibi kalkıp yerinden doğruldu. Kara koç atını çözdü. Kırmızı şal kuşağını kara koç atının boynuna bağlayıp, çayıra saldı. Şahadet getirip, yere uzandı, katıldı kaldı. Yalnız dudaklarındaki tebessüm sönmedi. Tanrı'm, kendisinden razı olsun, mekânını cennet eylesin.
      Kara koç at, yıldırım gibi ileri atıldı. Bütün tabyaları toza dumana kattı. Gazilerinin başında aslanlar gibi dövüşen Yahya Çavuş'u arayıp buldu. Yahya Çavuş, kara koç atı görünce, yüreğinden vuruldu, yandı. Seslendi:
      - "Kardaşım, karındaşım Koca Veli!
      Kötü dünya seni dahi aldı mı?
      Kervan kırandın, ordular bozandın
      Kahpe dünya seni dahi aldı mı?"
 
      Ağladı. Yemin verdi:
      - "Kahpe düşmanda öcünü koymayız. Kara dinli kâfirlere bu dünyayı dar ederiz."
      Kara koç atın yanına vardı. Boynundaki kırmızı şalı alıp eline yüzüne sürdü. Kara koç ata hayda deyip, onu tabya dışına çıkardı. İlk şaşkınlığı geçen kara dinli kâfir gemileri tekrar Ertuğrul Koyu'na vardılar. Kıyıya asker çıkarmayı denediler. Yahya Çavuş, intikam ateşleri içinde yanıyor, gözü dünyayı görmüyordu. Koçaklarına gayret verdi:
      - "Vurun şahbazlarım, bugün namus günüdür. Kara dinli kâfirden alınacak öcümüz, sorulacak hesabımız vardır. Köpeklerden bir teki bile tabyalarımıza ayak değdirmesin. Nice kelleler koparma zamanıdır."
      Tabyaları dolduran alp erenler, şol gazi dervişler "Allah, Allah!" deyip, nara vurup, yeri göğü inleterek, kara dinli kâfirin yüreğine korku saldılar. Yaylım ateşi altında nice nice azgın kâfirin canını cehenneme gönderdiler. Bunca ateşe rağmen siperlerini terk etmiyorlar, düşen arkadaşlarına da aldırmıyorlardı.
      General nam kâfir Hunter, çıkartmaya tekrar ara verdi. Bütün tabyaları bir sessizliktir doldurdu. Gazi dervişler, şehitlik gömleği giyen alp erenleri gömdüler, yaralı koçakları revirlere taşıdılar. Birbirleriyle şakalaşıp, zaferlerine alkış tuttular. Oyhanata'ma haber salıp, çağırdılar. Oyhanata'm duydu, koptu geldi. Koç yiğitlerimize övücü sözler söyledi. Saza düzen verip tellere dokundu. Ayıttı:
      - "Bre koçlarım, koçaklarım
      Hangi birinizi övsem yeridir
      Kara koç Koca Veli'yi mi,
      Çavuşlar çavuşu Yahya Çavuş'u mu?
      Aslansınız, kaplansınız
      Nice nice ordular bozansınız
      Dosta dost, düşmana düşmansınız
      Kara dinliye kan kusturansınız
      Yerin göğün yaratıcı ulu Tanrı'm
      Bileklerinize güç versin, kuvvet versin
      Kılıçlarınızı keskin eylesin
      Şanınızı, şöhretinizi duysun yedi düvel."
 
      Sustu. İzin diledi. Tabyaları dolaşıp, koç yiğitlerimize gayret verdi. Gaziler bakıp gördüler. Tabya müezzini Kâzım, ezan-ı Muhammedî'yi okuyor. Tez abdest alıp, öğle namazlarını derin bir huşû içinde kıldılar. Namaz sonu topluca dua ettiler, görklü Tanrı'mızdan yardım dilediler.
      - "Görklü Tanrı'mız, ulu Tanrı'mız! Bizi kara dinli kâfir yanında mahcup etme. Yüzümüzü yerde gezdirme." dediler.
      Kara dinli kâfir azgınlaştı. Öğleden sonra tekrar Ertuğrul Koyu'nu bombaladı. Sahile asker çıkardı. Tabyalarda Allah, Allah!" sesleri naralandı. Şu kâfir yiğitleri ile koçaklarımız, bazı yerde boğaz boğaza, gırtlak gırtlağa geldiler, bazı yerde de karşılıklı süngü hücumuna kalktılar. Nice nice yiğitler, kara dinliler can tatlısını bildi, anladı. Kâh siperlerimiz kara dinlilerin eline geçiyor, kâh Yahya Çavuş'un gayretiyle geri alınıyordu. Yahya Çavuş'un mangaları kahramanca savaştılar. Gün döndü akşam oldu, karanlık bastı. Yahya Çavuş, habercilerinden, Gözcü Tepe ile Seddülbahir köyünün düşman tarafından işgal edildiğini duydu, üzüldü. Baktı, görüp anladı. Kara dinli kâfir yiğitleri, Yahya Çavuş'u üç yönden sarmışlar, bütün gazilerimizi ateş çemberi içine almışlardı. Yahya Çavuş mangaları uzun zaman dişe diş, göze göz savaştılar, bir avuç kaldılar. Kara dinli kâfir yoğun bir makineli ateşine girişti, karşılıklı atılan mermiler, karanlığı yıldız yıldız deliyor, koya hakim olan kara dinli kâfir maytap fişekleriyle savaş alanını aydınlatıyordu.
      Yahya Çavuş kırk yiğidine, can yoldaşlarına baktı. Söyledi:
      - "Bre kırk yiğidim, eşim, yoldaşım!
      Nice kelleler koparıp şan aldık.
      Kara dinli kâfir bizden güçlüdür
      Nasıl oldu, nice oldu gafil avlandık?
      Bu canı ucuza satmamak gerek
      Düşmana kan kusturmak gerek
      Can tatlısını anlatıp bildirmek gerek
      Çevremiz dolusu çemberi yarmamız gerek."


      Durmadı, kısaca yapılacak işleri anlattı.
      - "Gülleci Bekir sağ yandan, kara koç Ahmet sol yandan, biz dahi ortadan üç bölük halinde çemberi yarmaya çalışalım," dedi.
      Kırk yiğidine, gazi dervişlerine süngülerini taktırdı, taarruz bombalarını hazırlattı.
      - "Allah bizimledir yiğitlerim, hücum!" dedi.
      Ortalık bir anda ana baba gününe döndü. Kara dinli kâfir neye uğradığını bilemedi. Çoklarının tatlı canı cehenneme gitti. Yahya Çavuş arkası arkasına bir deste taarruz bombası savurdu. Yer yerinden oynadı. Harap Kale yönünde kara dinli kâfir iki şak oldu, bölündü. Ortalığı "Allah, Allah!" sesleri doldurdu.
      Yahya Çavuş ayıttı:
      - "Bre kahpeler, bre zındıklar! Bu canın değerinin kaça olduğunu öğreniniz. Bu topraklar size mezar olacaktır. Size dünyanın kaç bucak olduğunu göstereceğiz!" diye nara vurdu.
      Harap Kale'ye çekildiler. Burada da nice nice savaşlar oldu. Yahya Çavuş ve kırk yiğidi, beş yüz kâfir canını cehenneme yolladı. Seddülbahir köyü bir düşmanın eline geçiyor, bir bizim elimize dönüyordu. Osmanoğlu, ordular bozan, kervan kıran, şol sultan kulu takım komutanı Muharrem nam yiğit, alp erenlerini süngü hücumuna kaldırdı. Kara dinli kâfiri Seddülbahir'den çıkardı. Kara dinli kâfir azlık olduğumuzu anlayınca çıkarmalarını tekrarladı. Muharrem nam yiğit, şu destanlar yaratan sultan kulu şehitlik şerbetini içti. Seddülbahir köyü düştü. Kara dinli kâfir ilerlemeye devam etti. Yer yer bazı mıntıkalarda savaşlar sürdü. Karşı yatan kara dağlar, aşağılarda uzanan zümrüt ovalar, kızıl kana bulanmış Ertuğrul Koyu, karanlıklar altında kaldı.
      Dua edelim Han'ım! Şol gazilerin, alp erenlerin, şehitlik gömleği giyenlerin durağı cennet olsun! Bu topraklar için ölenlerin adı, sanı unutulmasın! Görklü Tanrı'm, onların günahlarını adı güzel Muhammed'e bağışlasın! Amin!
 
       Oyhan Hasan BILDIRKİ        

Oyhan Hasan Bıldırki Hikâyelerine DönOyhan Hasan Bıldırki Hikâyelerine Dön


Yorumlar (1)
Çanakkale, unutulmaz bir destan. O destandan bir yaprağı okumak, beni mutlu etti. Sizi kutlarım.
AŞır Tunca tarafından | Çar, 04 Mar 2009 08:59:21 tarihinde yazıldı.





Editör Bilgileri

Oyhan Hasan Bıldırki

Emekli


Editöre Ulaşın

Oylama

Edebiyat, gerekli bir şey midir?

Evet

Hayır

Kararsızım

En Son Eklenenler

x-isini-pulsari
yaz-ucgeni
yerel-kabarcik
yildizlar-arasi-yolculuk
zhai-zhigang
avusturya-uzay-ajansi
birlesik-krallik-uzay-ajansi

Uzerine.com Copyright © 2005 Uzerine.com
uzerine.com Ana Sayfa | Gizlilik Sözleşmesi | Üye Girişi