Oyhan Hasan Bıldırki


Haber bülteni üyeliği



Ziyaret Bilgileri

[ Pzt, 20 May 2024 ]
Toplam 11 ziyaret
11 benzersiz ziyaretçi

oyhanhasanbildirki » Öteyakalı'nın Oğlu ile Beriyakalı'nın Kızı

      Az iken uz iken
      Deve pisliği koz iken
      Annem evde kız iken
      Karatavuk kömürcü, saksağan berber iken
      At ekmekçi, köpek dülger iken
      Tavuk saatçi, kedi çuhadar iken
      Babam beşikte iken
      Annam ağlarsa anamı sallardım,
      Babam ağlarsa babamı sallardım
      Derken
      Babam düştü beşikten
      Ben hopladım eşikten
      Anam kaptı maşayı
      Babam kaptı meşeyi
      Dolandırdılar dünyada dört bir köşeyi
      Ah böyle kalsaydı ne iyiydi
      Demek ak alnımın kara yazısı böyleymiş
      Anam kaptı yarmayı
      Babam ocaktan dolmayı
      Dolapta koptu patırtı
      Yoğurt üstüme atıldı
      Derken
      Çengi köçek, müthiş bir ses duymayayım mı? Bu ses nerden geliyor diye meraklandım. Çevreyi gözden geçirdim. Baktım; onlarca peri dans ediyor, cinler cirit oynuyordu. Aralarında hiçbir insan kokusu yoktu. Orada hiç durmadım, yola düştüm. Gide gide size geldim.
      Neyse? Masal bu ya?
      Zaman zaman içinde, kalbur saman içindeyken? Herkesin Öteyakalı diye tanıyıp bildiği, kimselere kötülüğü değmeyen bir adamın, bütün ömründe gönlü oğul hasretiyle yanmış karısı o yıl hamile kalmış. Öteyakalı, karısına gözü gibi bakmış. Kırk yaşından sonra bir oğulları olmuş.
      Olmuş, ya? Böyle oğul, düşman başına.
      Bu çocuk, ne gece bilirmiş ne de gündüzden anlarmış, dakika sektirmez ağladıkça ağlarmış. Hiç dur durak bilmiyor, anasına dirlik vermiyormuş. Kadıncağız bıkmış usanmış ama oğul oğul deyip, bağrına basmış, belki susuzdur demiş su vermiş, belki de açtır diye düşünmüş sütünü emzirmiş. Gel gör bu oğlan sanki oğlan değil, susmak nedir bilmeyen bir dilli düdükmüş. Çocuğun anası, bir gün erkenden kalkmış, bu oğlanı güzelce emzirip beslemiş. Bakmış, oğlu yine dilli düdük gibi ötüp duruyor; hiçbir ninniye bana mısın demiyormuş. Bu işe kadıncağızın canı sıkılmış! Çocuğu evde bırakarak çarşıya çıkıp aktarlardan çare aramaya gitmiş. Çocuk durur mu? Basmış yaygarayı, yine dilli düdük kesilmiş, öttükçe ötmüş. Sesini bütün kuşlara duyurmuş. Gökyüzünde kara bulutlar gibi sürü sürü kuş alayları görünmüş. Aralarından bir kuş süzülüp gelmiş, açık pencereden içeri dalmış, çığlık çığlık öten çocuğu alıp götürmüş. Onu evladı bellemiş, kendi yavruları arasına katmış, besleyip büyütmüş. Çocuk büyümüş, delikanlı olmuş. Olmuş ya, tıpkı bir kuşa benzemiş. O da öteki kuşlar gibi uçmaya başlamış.
      Günlerden bir gün, Beriyakalı?nın konağının üstünden uçuyorlarmış. Bizim dilli düdük, Beriyakalı?nın bir içim su kadar güzel kızının konağın bahçesinde gül ağaçlarının gölgesine oturup gergef işlediğini görmesin mi? Hemen sürüden ayrılmış, yaşlı bir gül ağacının mis kokulu dalına konmuş, kendisini gizlemiş. Olacak bu ya, kız gergefini bırakmış, bahçede dolaşmaya başlamış. Gül dalındaki dilli düdük, kuş oğlan, hiç durur mu? Kanat çırpıp uçmuş, kızın iğnesini, ipliğini alıp kaçmış. Kız geri dönmüş, her yeri aramış, gergefini bulamamış. Kuş alayının arkasından bakmış, bakmış. Ama o günden sonra ne olduysa olmuş, kıza bir haller olmuş. Sebepsiz sararıp solmuş.
      Babası, bu iş gittikçe kötüye varıyor diye düşünmüş, sebebini deşmek için kızına sormuş:
      - ?Ne derdin var? Bana bir bir anlat biricik kızım!?, demiş.
      Kızı, babasından hiç çekinmemiş, gergefinin kaybolduğu günü hatırlayıp, olanları anlatmış. Çaredir diye babasından bir dilekte bulunmuş:
      - Babacığım, sevaptır. Benim için hiç kapanmaz bir hayır ocağı yaptır da bu derdimin çaresi olsun.
      - O kolay da senin istediğin ne?
      - Adıma bir hamam yaptıralım, herkes gelip yıkansın. Ben de gidip yıkanayım, derdimi atayım, demiş.
      Beriyakalı ustalar tutmuş, ölçtürüp biçtirmiş, haftasına varmadan hamamı yaptırmış, anahtarlarını kızına vermiş. Sadece bu kadarıyla yetinmeyip, ülkenin her yanında tellâllar bağırtmış:
      - Beriyakalı, kızının adına hayır olsun diye hamam yaptırdı. Bu hamamın kapısı derdi olan herkese açık. Dert sahipleri gelsin yıkansın. Aklansın, paklansın. Bütün dertlerini orada bıraksın. Bunu duyanlar, duymayanlara da söylesin? Ha, bir de; derdi olmayanlar hiç uğramasın, diye eklesin!
      Hamam ilk günden dolup taşmış. Kız, hamama girip çıkan herkese derdini soruyormuş. Böylece biti olan bitten arınıyor, kiri olan aklanıyor, derdi olan döküp gidiyormuş. Böyle böyle kız, dert anası olup çıkmış ama ne kendi derdine derman bulmuş ne de derdini unutmuş.
      Olacak bu, ya? Bir gün kızın anası, Beriyakalı?nın karısı, hizmetçisini peşine takmış, kızının yaptırdığı hamama gitmek için yola çıkmış. Havada kanat çırpan birkaç kuş, gölge gibi bu ikisini izlemiş. Punduna getirdikleri bir yerde, kuş oğlan süzülmüş, hizmetçinin omzuna koyduğu bohçayı alıp kaçmış. Bağır çağır, o kuşu döndürememişler, yorup bir ağacın dalına da konduramamışlar. Hizmetçinin inadı tutmuş, hırsız kuşun peşinden koştukça koşmuş. Az gitmiş, uz gitmişler. Dere tepe düz gitmişler. Kuş oğlan kanat çırptıkça uçar, hizmetçi koştukça koşarmış. Uzak dağların gölgeleri önlerine düşer olmuş. Nerdeyse güneş kavuşacak, akşam çıkıp gelecekmiş. Önlerine uçsuz bucaksız koca orman çıkmış. Ormanın kıyısında bin bir çeşit türküler söyleyen bir ırmak uzanıyormuş. Hizmetçi, karşıya geçip ormana girmek için bir geçit ararken, kuş oğlanın ırmakta çimdiğini[1] görmüş. Az sonra bu kuş, yakışıklı mı yakışıklı, beli kılıçlı bir delikanlı olmaz mı? Sudan çıkmış, ormanın içlerine doğru yürümeye başlamış. Hizmetçi de onun izinden yürümüş. Vara vara koca bir kayayla karşılaşmışlar. Öteyakalı?nın oğlu, kılıcını çekmiş, kayaya çalmış[2].
      Seslenmiş:
      - Kaya maya, aç bağrını ben geldim!
      Koca kaya yarılmış, oğlan içeri girmiş. Hizmetçi durur mu? Henüz ikiye ayrılan kaya kapanmadan o da oğlanın arkasından içeriye dalmış.
      - ?Aman Allah?ım, gözlerim yanlış mı görüyor ne?? diye düşünmüş, orasını burasını çimdiklemiş.
      Gördüğü muhteşem bir saraymış. Hemen bir yere gizlenmiş, gözünü dört açmış, olanı biteni izlemeye başlamış. Ya üç dakika, ya üç saat geçmiş geçmemiş, Öteyakalı?nın oğlu dövüne dövüne söylenmiş:
      - İğnen de, ipliğin de burada. Peki, kendin neredesin, canımın canı, gönlümün sultanı?
      Hizmetçi, oğlanın bir derdinin olduğunu o saat anlamış. Daha başka neleri var, neleri yok öğrenmek için, bütün gece sesini çıkarmamış. Sabaha kadar da gözünü kırpmamış.
      Sabah olunca oğlan, kılıcını çekmiş, seslenmiş:
      - Kaya maya, aç bağrını ben gideyim!
      Koca kaya yarılmış, oğlan dışarı çıkmış. Hizmetçi durur mu? Henüz ikiye ayrılan kaya kapanmadan o da oğlanın arkasından dışarı süzülmüş, kendini hiç belli etmemiş.
      Oğlan, ırmakta yıkanıp yeniden kuş olup uçmuş. Hizmetçi geri dönüp, koca kayanın önüne gelmiş. Seslenmiş:
      - Kaya maya, aç bağrını ben geldim!
      Koca kaya yarılmış, hizmetçi içeriye girmiş. Elinde çalınan bohçayla dışarı çıkmış.
      Koştukça koşmuş, yürüdükçe yürümüş. Sonunda yorulmuş, bitkin düşmüş. Tam bu sırada önüne bir kömüş[3] çıkmış.
      Kömüşe;
      - Gideceğin yere kadar beni sırtında taşır mısın? Yorgunluktan bitip tükendim, demiş.
      Kömüş dile gelip söylemiş:
      - Seni bir ırmağa kadar taşırım. Bugünlerde çok kaşınmaya başladım. Sırtımı kaşırsan, hemen sırtıma binebilirsin, demiş.
      Hizmetçi, böyle kolay bir işe dünden razıymış, hemen kömüşün sırtına binmiş kaşımaya başlamış. Bu durumdan çok hoşlanan kömüş, yeniden kıza seslenmiş, ona müjde vermiş:
      - Irmağa girip çıktıktan sonra, seni Fizan?a bile götürürüm, demiş.
      Az gitmişler, uz gitmişler. Dere tepe düz gitmişler. Kona göçe, sonunda bir ırmak kenarına dayanmışlar. Dayanmışlar ya, o sırada bu ırmakta seller akıyormuş. Ne ırmağa girebilirsin ne de ırmaktan karşıya geçebilirsin. Zorda kalanın imdadına Hızır yetişirmiş. Hizmetçi, ne edip ne yaparız diye ellerini ovuşturup dururken, az ötede ineklerini yaylıma bırakmış olan bir nineyi görmüş, hiç beklememiş, hemen yanına gitmiş.
      Yana yakıla;
      - Güzel ninem, yolumuz çok uzak. Üstelik şimdi de sel olup çağlayan bir ırmak var karşımızda. Ne pahasına olursa olsun, karşıya geçmek zorundayız. Bu ırmağı nasıl geçeriz? Bir bildiğin var mı? diye sormuş.
      Nine söylemiş:
      - Ah kızım, benim de derdim büyük! Başımdaki bitler oğul vermiş, sirke[4] tarlasına dönmüşüm. Yanıma oturur, başımı dizlerine kor, bitlerimi ayıklarsan, karşıya geçmenin sırrını sana söylerim, demiş.
      Hizmetçi;
      - Olur, demiş.
      Hiç beklememiş, ninenin bitlerini ayıklamış.
      Nine rahatlamış, tane tane anlatmış.
      - Şimdi ırmak delirmiş, taşmış gidiyor. Az sonra sakinleşir, yatağına döner. Kulağını dört aç da dinle. Irmak sakinleşince üç renkli su akışı başlar. Kara su geçsin, aldırma. Sarı suyu bekle. Acele etme sakın, bırak o da geçsin. Arkasından mavi su gelir. Onu görünce geçersiniz, olmaz mı?
      Irmak kenarına inip beklemişler. Kara su, sarı su derken, mavi su gelmiş, akmaya başlamış. Hizmetçi kız, kömüşün sırtına binip kaşımaya başlamış. Ne hizmetçi suya düşmüş ne de kömüş suda batmış. Irmağı geçip Beriyakalı?nın kızının işlettiği hamama varmışlar.
      Hizmetçinin dili bülbül olmuş, görüp yaşadıklarını, başından geçenlerin her birini, sırasını sektirmeden Beriyakalı?nın kızına anlatmış.
      Beriyakalı?nın kızı;
      - Çabuk olalım Gülperi, çabuk olalım. Beni oraya götürür, o delikanlıyla buluşturursan, bu hamam senin olsun, demiş.
      Yeniden yola düşmüşler. Az gitmişler, uz gitmişler. Dere tepe düz gitmişler. Kona göçe, sonunda karşı dağların gölgeleri uzamadan Öteyakalı?nın oğlunun yaşadığı yere varmışlar. Akşama doğru kuş oğlan çıkıp gelmiş. Irmağa girip çimmiş, yıkandıktan sonra fidan gibi bir delikanlı olmuş. Koca kayanın önüne gitmiş. Hemen kılıcını çekip, kayaya çalmış.
      Seslenmiş:
      - Kaya maya, aç bağrını ben geldim!
      Koca kaya yarılmış, oğlan içeri girmiş. Hizmetçi Gülperi ile Beriyakalı?nın kızı durur mu? Henüz ikiye ayrılan kaya kapanmadan ikisi birlik olup oğlanın arkasından içeriye dalmışlar. Hiç görülmeyecek bir yere saklanmışlar. Ya üç dakika, ya üç saat geçmiş geçmemiş, Öteyakalı?nın oğlu yine dövünmeye başlanmış, söylenmiş:
      - İğnen de, ipliğin de burada. Peki, kendin neredesin, canımın canı, gönlümün sultanı? 
      Bunları duyar da, Beriyakalı?nın kızı hiç durur mu? Hemen kendini açık etmiş, saklandığı yerden çıkmış.
      - İğnem nerde, ipliğim neredeyse, işte görüyorsun ben de buradayım, deyip oğlanın kollarına atılmış.
      Gülperi?ye kalacağı odayı göstermişler, kendileri de bir odaya çekilmişler. O gece, o odada karı koca olmuşlar.
      Sabahı, hizmetçi kız Gülperi?yi hamama göndermişler.
      Dokuz dakika mı, dokuz gün mü, dokuz ay mı desem, ne desem bilmem ki? Yıldız yıldız kara gecelerle, sımsıcak günler geçip gidiyor, Öteyakalı?nın oğlu her sabah giderken koca kayayı kapatıyor, karısını içeride bırakıyormuş.
      Gecenin parlak yıldızlarını, gündüzün bir avuç gökyüzü mavisini çoktandır göremeyen Beriyakalı?nın kızının canı sıkılmış, buraya ne edip de geldiğine bin pişman olmuş.
      Olmuş ama, oğlana duyduğu sevgisi baskın çıkmış, katlanmış. Sayılı günler çabucak geçmiş, su gibi akıp gitmiş.
      Günlerden bir gün Beriyakalı?nın kızı, hamile kaldığını kocasına anlatmış.
      Öteyakalı?nın oğlu:
      - Madem öyle, seni hemen anneme götüreyim. Yol iz bilmem diye sakın korkma. Ben yukarıdan uçarım, sen de gölgemden yürürsün. Bizim eve varınca, anneme sorarsın: ?Oğlunun selâmı var, beni konağınızda konuk eder misiniz?? dersin, demiş.
      Hiç durmayıp yola çıkmışlar. Kona göce oğlanın annesinin evine varmışlar. Oğlan, karısını orada bırakıp, yeniden havalanmış, mavi gökyüzünün derinliklerine doğru uçup gitmiş.
      Halayıklar[5] hemen gördüklerini hanımlarına da söylemek için kuş oğlanın anasına koşmuşlar, sormuşlar:
      - Hanım, hanım! Kapımızın önünde perilerden daha güzel, görenin gözünü kamaştıran dünyalar güzeli bir kız var. Oğlunuzun başı için su içmek istiyor, ne yapalım?
      - Bekletmeyin; su verin içsin, yüreği serinlesin. Sonra alıp getirin onu yanıma. Bakayım. Nasıl bir güzelmiş o, göreyim. Sorup öğreneyim; benim oğlumu nereden biliyor? Oğlum küçücüktü, ya yer yarılıp içine düştü, ya da kanatlanıp göğe uçtu, yitip gitti. Şimdi ondan ne bir iz ne bir nişan var.
      Hanım buyruğudur, kızı alıp getirmişler.
      Öteyakalı?nın karısı sormuş:
      -  A kızım, öyleyse söyle bana. Benim bir oğlumun olduğunu nerden biliyorsun?
      Beriyakalı?nın kızı, dilinin döndüğü kadar konuşmuş, bildiklerini anlatmış: 
      - Annemden duymuşluğum var. Bazen beni dizinin dibine oturtur, saçlarımı okşar, yaşım gereği bilmem gerekenleri tek tek anlatırdı. Sizin oğlunuz doğduktan sonra babası, tellâllar çıkartmış, davullar dövdürmüş, her yana haber etmiş. Tam o sırada dünyaya gelmişim. Büyüdüm serpildim. Annem bana: ?Kızım, sen Öteyakalı?nın oğluyla aynı günde dünyaya gelmiştin.?, derdi.
      Oğlanın anası, gözpınarlarından süzülen yaşları, parmaklarının ucuyla silmiş:  
      - Bak, bu doğru kızım! Ama bizim oğlan çoktan yitip gitti. Öldüyse kemikleri bile kalmamıştır. Sağsa dönüp geleceği de yok.
      - Oğlunuzun görünür ya da görünmez bir yerinde, herhangi bir işaret yok muydu? Varsa, görünce tanır mısınız?
      - Göbeğinde üç beni vardı. Olmasa bile bu önemli mi? Oğul, can yarısıdır. Onu dünya gözüyle bir görsem, bensiz[6] de olsa tanırım.
      - Sizi üzdüm. Bu yüzden özür dilerim. Ancak sizden son bir isteğim daha olacak?
      - Buyur, söyle. Neymiş o?
      - Yolum çok uzak. Karnım burnumda. Çekip gitsem, yolda başıma ne gelir bilemiyorum. Üç beş gün konuğunuz olsam?
      Öteyakalı?nın karısı, halayıklarını çağırmış, kendilerine yakın uygun bir odada kızı misafir edip, ona göz kulak olmalarını sıkı sıkı tembihlemiş.
      Öyle yapmışlar. Ama kendilerine yakın uygun bir odadır diye, bu kızı, merdiven altındaki bir odada yatırmışlar. Olacak bu ya, Beriyakalı?nın kızı, o gece nur topu gibi bir oğlan doğurmuş. Kendine gelir gelmez, oğlunun göbeğindeki üç beni görmüş.
      Öteyakalı?nın oğlu, kuş oğlan şeklinde gelmiş, pencere camını tıklatmış.
      Beriyakalı?nın kızı;
      - Ne var, ne istiyorsun? Sakın başka gürültü yapayım deme. Oğlumuz uyuyor, diye kocasına çıkışmış.
      Öteyakalı?nın oğlu, sevinç çığlıkları atmış, bildiğini okuyup, bağırmış:
      - Uyusun da büyüsün, hanım ninesi duysun. Ah, benim oğlum olduğunu bir kere duysalar; hamamları yakıp, onu güzelce kırklarlar, mavi kundaklara sararlar, en iyi salıncaklarda sallarlar. Ah Gülizar, ah! Sen Beriyakalı?nın kızı ol da böyle yerlerde yat. Hiç olur mu? Ben de Öteyakalı?nın oğlu olayım da seni halayık odalarında yatırayım. Hiç yakışığı var mı? Bütün bunlar yüreğime köz olup oturdu. Ne kadar üzgünüm, bir bilseler?
      - Bir duyan gören olur, çabuk git buradan, çabuk!
      Kuş oğlan, bağırıp çağırıp içini döktükten sonra, kanat çırpıp uçup gitmiş.
      Atalarımız ne güzel demişler: ?Yerin kulağı var!? diye. Halayıklardan biri bunları işitmiş, sabaha kadar mertek saymış, sabah olur olmaz kalkıp, hanımın odasına koşmuş. Akşam gördüklerini bir bir ona anlatmış.
      Anlatmış ya, hanımı bunların hiçbirine inanmamış. Üstelik halayığını dedikleri konusunda deneyip, daha sonra boyunun ölçüsünü almayı düşünmüş.
      - Dediklerini, kulakların duyuyor değil mi? Öteyakalı?nın oğluyum mu dedi? Onun kemikleri kalmadı ki. Bu gece, o kızın yanında yatacağım, bakalım ne olacak? Yok dediklerin yalan çıkarsa, beni bekleyip de gözüme görünme sakın. Aklın varsa, konaktan kaç git.
      O gece hanım, Beriyakalı?nın kızının yanında yatar. Kız bu işe şaşar, kendi kendine kurulur:
      - Elbet bunda bir iş olmalı. Yoksa gelip de yanımda niye yatsın? Henüz bebeğimi bile kucağına alıp, saçını başını okşamadı.
      Bütün gece gözünü kırpmadan beklemiş. Karanlık geceyi aydınlatan dolunayın ışığı, pencereden içeriye vurmuş. Hanımın da uyumadığını görmüş.
      Birinci horoz derken, ikinci horozlar da ötmüş. Kuş oğlan gelmiş, pencerenin camına tıklamış. Yine bağırıp çağırmaya başlamış:
      - Ah Gülizar, ah! Sen Beriyakalı?nın kızı ol da böyle yerlerde yat. Hiç olur mu? Ben de Öteyakalı?nın oğlu olayım da seni halayık odalarında yatırayım. Hiç yakışığı var mı?
      Hanım, halayığının dediklerinin doğru olduğunu gözleriyle görmüş, kulaklarıyla duymuş. Göğsünde bin bir umut kabardıkça kabarmış. Duygularını tutamamış, seslenmiş:
      - Oğlum, biricik oğlum! Sen misin? Orada bağırıp çağırma öyle. Gel, içeri gir de yüzünü göreyim.
      - Yüzümü şimdilik göremezsin, anne!
      - Niçin?
      - Anne, bizi dinleyip duymasalar bari. Duyarlarsa hiçbirinizi sonsuza kadar bir daha göremem.
      - Kim duyacak bizi? Çekindiklerin kim?
      - Orman perileri.
      - Periler mi?
      - Hatırlar mısın bilemem. Küçükken ağlatıp dururlarmış beni. Sonra bir gün senin yokluğunu fırsat bilmişler, beni kapıp kaçırmışlar. O gün bugündür onlardan kırk peri, gölgem olup çıktılar, beni izliyorlar.
      Beriyakalı?nın kızı pencereyi açmış, kuş oğlan içeri süzülmüş, silkinmiş. Basbayağı yakışıklı mı yakışıklı bir delikanlı olmuş, oğlunu bağrına basmış.
      Hanım, söylemiş:
      - Oğul oğul! Canım oğul. Bizi birbirimize kavuşturan Allah?a şükürler olsun! Ah oğlum, ah! Bu güzel kızın karın olduğunu bilseydim, onu asla burada yatırmazdım. Şu oğlanı kucağıma ver de, bir de ben sevip okşayayım.
      Bebeği kucağına almış, kundağını çekip göbeğine bakmış. Orada sıralanmış üç beni görmüş. Olan bitenin doğru olduğuna inanmış. Oğluna sormuş:   
      - Peki, perilerden kurtulmanın çaresi yok mu?
      - Var anacığım?
      - Hemen söyle öyleyse.
      - Söylediklerimi yapamazsınız.
      - Babanı unutma. Biz yapamasak da, o her bir şeyin üstünden gelir.
      - Babam ormana gitsin. Bulabildiği kadar çalı çırpı toplayıp ırmak kenarında yaksın. Bir kuş avlayıp yanan ateşin içine atsın. Gürültü çıkarsın. Kuş kılığındaki bütün periler, orada toplanır. Arkadaşlarını kurtarmak için, birer birer kendilerini de ateşe atarlar. Hepsi yanar, ölür. O sırada ben de ırmak da çimer, yıkanır, yeniden insan olurum, demiş.
      Öteyakalı ormana gitmiş. Kendisine söylenenleri yapınca oğlu kuşluktan çıkmış, yiğit bir delikanlı olmuş. Öteyakalı oğluna, Beriyakalı kızına kavuşmuş.
      Kavuşmanın şerefine hayır kazanları ocağa vurulmuş, meydan sofraları kurulmuş, hayırlar yapılmış.
      Daha sonra kırk gün, kırk gece süren dillere destan bir düğün yapmışlar.
      Bildiğiniz düğünlerden değil, muhteşem bir düğün?
      Gerisi, boş lakırdı[7].
      Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.


      Oyhan Hasan Bıldırki


      [1] Yıkandığını.
      [2] Vurmuş.
      [3] Manda. Camız.
      [4] Bit.
      [5] Hizmetçiler, bendeler, cariyeler.
      [6] Çilsiz, lekesiz.
      [7] Dolaylama, yakıştırma.


Oyhan Hasan Bıldırki Masallarına DönOyhan Hasan Bıldırki Masallarına Dön


Bu sayfaya henüz yorum yazılmadı.





Editör Bilgileri

Oyhan Hasan Bıldırki

Emekli


Editöre Ulaşın

Oylama

Edebiyat, gerekli bir şey midir?

Evet

Hayır

Kararsızım

En Son Güncellenenler

ikinci-jeanpaul
freebsd
apiterapi
aramamotorlari
uyku
kazimkoyuncu
peyzaj

Uzerine.com Copyright © 2005 Uzerine.com
uzerine.com Ana Sayfa | Gizlilik Sözleşmesi | Üye Girişi